2 Temmuz 2017 Pazar

Sivas: katliam ve intihar

Sivas Katliamı'nı "dışarıdan gelenler"in tertiplediği ve yaptığı, katliamı ortalıkta açıkça üstlenmek istemeyen İslâmcıların, din istismarcısı siyasetçilerin ve dindarların, aynı zamanda, kendilerine mâkûl bir hesaplaşma-aşma yolu gösterilmediği için bugün ne edeceğini bilemeyen vicdan sahibi Sivaslıların sığındığı bir büyük yalandır.

"Devlet seyirci kaldı" da büyük yalandır. Olayda "camiden çıkmış, eli benzin bidonlu gericiler"in sorumluluğu hafifleyecek endişesiyle başka birilerinin sarıldığı büyük yalan. Sivas Katliamı, elbette devletin, artık hangileriyse, ilgili birimlerinin katkısı ve belki en baştan tertibiyle örgütlenmiş, saldırı başladıktan sonra pekâlâ kırk defa önlenebilecekken müdahale edilmeyerek âdetâ "beklenen" sonuca ulaşsın diye uğraşılmış, muazzam bir "resmî suç"tur.

Katliam sonrası, devletin de işin içinde olduğu istisnasız bütün bu tür olaylarda görüldüğü üzre, neyin ne olduğunu herkese izah etmeye yönelik bir seyir izledi. Katliamın savunmasını "meşru" siyaset üstlendi. "Bari üzüldüğünüzü belli edin" çağrıları bile karşılıksız kaldı. Yargılama süreci, facianın boyutlarıyla karşılaştırıldığında trajikomedi bile denemeyecek bir yeni derse dönüştü: Türkiye kimindir, burada kararları kim verir, kimin kimi öldürmeye hakkı vardır, kim isterse kim yargılanır, kim yargılanmaz, vs. konu başlıkları olan bir ders.

Devletin rolü ne olursa olsun, katliamı yapanlar, seyredenler, buna sevinenler, ufacık çocuklarını omuzlarına alıp "kâfirleri yakacak cehennem ateşi"ni izlettirenler, Sivas ahalisinden insanlardı. Camiden çıkılıp Madımak'ın oraya gidilmişti. Benzerleri daha önce çok duyulmuş görülmüş sözler, sahnelerdi karşımızdaki. Buna karşılık, katliamı açıkça kınamayı bırakın, üzüldüğünü hissettiğimiz İslâmcı sayısı üçü-beşi geçmedi. "Muhterem adamdır", "adaletlidir", "hakkaniyetlidir" diye takdim edilen onca şahıs ağzını açmadı. Bütün olarak İslâmcı ve dindar siyasetçi, yazar-çizer, gazeteci ahalisinin "ses çıkaramayışı", katliamı aynı zamanda bir büyük ahlâkî intihar haline getirdi. Sonucu, bugünkü zillet halidir.

Bazen büyük felaketler, failleri de silkeler, dönüştürür. Öyle de olabilirdi. Hem çoğunluk önderlerinin ahlâk ve insanlık seviyesi yetmedi hem de çoğunluğun. Öyle ki, DAİŞ ortaya çıktığında "şu vahşeti kınayın" çağrısı yaptığımız İslâmcılar, ne hakla böyle bir şey beklediğimizi sordular, hayretlere düştüler, bunun kendileriyle ne alâkası olabileceğini anlayamadılar. Veya öyle göründüler, artık bilemiyoruz bunca rezaletten sonra. Varılan yer, bir muazzam yüzsüzlüktür.

Öte yandan, pek tuhaf bir şekilde, katliam ertesinde "Sivas'ın üzerinde Sırp tayyareleri mi uçsun!" yazısı yazan -ve yazısında, bir kenarda, köşede, ufacık bir yerde, belli belirsiz de olsa, yakılan boğulan onlarca insana üzüldüğüne dair bir işaret kırıntısı bulundurmayan- megaloman yüzüklerin efendisi, dinden, dindardan tiksinen ahali nezdinde büyük şair muamelesi görmeyi sürdürdü, sürdürüyor.

Sivas'ta sadece değerli sanatçılarımız, iyi insanlarımız, gençlerimiz katledilmedi. Devlet destekli çoğunluk marifeti katliamlara alışık olduğumuz için bize ilâve bir şey olmaz zannettik, ama olmuş işte.

Katliamda yitirdiklerimizin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.